Hayat sizi üzmesin; çünkü siz en iyisine layıksınız!
“Dünya inandıklarını körü körüne savunmak için doğru bir yer değil,” diyordu okuduğu kitap. Eğer bu sabah olanlar tüm hayatını alt üst etmeseydi yazarla asla aynı fikirde olamazdı. Bir insanın savunduğu doğruları olmalıydı. İnandıkları uğruna savaşmalı, fikirlerini sonuna kadar savunmalıydı. Aksi ona göre kaypaklıktı. Ama yalnızca sekiz saniyede tüm doğru bildiklerinin yanlış olduğunu kendi gözleriyle görmemiş miydi? Sadece sekiz saniye olduğuna emindi. Çünkü sakinleşmek için ona kadar saymayı deneyecekken sekizde bayılmıştı.
Şimdi Birce’nin iki seçeneği vardı. Ya gidip hafızasını sildirecekti. Ya da kocasına tüm gördüklerini anlatacaktı. Hangisi ıstırabını daha çabuk dindirebilirdi? Doğrularını bir kenara bırakıp gördüklerini yaşanmamış saymak ve hayatına devam etmek mi? Yoksa doğru bildikleri uğruna her şeyi itiraf edip tüm çocukluğunun bir yalan olduğunu kabul etmek mi? Canı acıyordu. Hem de öyle nefesi tıkanırcasına, kalbi sıkışırcasına değil; bu acının tarifi yoktu.
Yeni Dünya şirketinin broşürü gözüne ilişti. Tam da evin önünde genç bir çocuk zorla eline tutuşturmuştu. Sanki olacakları biliyormuş gibi ara sokakta ne işi vardı o çocuğun? Böylesine pahalı bir deneyimi sokak aralarında pazarlamak hangi kıt aklın ürünüydü? O çok sevdiği film gerçek olmuştu. Artık insanlar Yeni Dünya’yı arayıp randevu alıyor, istemediği anılarını hafızalarından sildirebiliyordu. Keşke Birce’nin unutmak istedikleri Eternal Sunshine of the Spotless Mind – Sil Baştan filminde olduğu gibi sadece bir aşk acısı kadar basit olsaydı. İnsanlar aşk acısını unutmak için yıllarca biriktirdiği anılarını beyninden sildiriyordu. Onun ise tek ihtiyacı olan sekiz saniyeyi sildirmekti. Ancak bedeli yıllarla değil, bir ömürle bile ölçülemeyecek sekiz saniye…
Hayatından bir sevgiliyi çıkarmakla bir cinayeti saklamak aynı şey değildi. Broşürdeki başlığı okudu. “Hayat sizi üzmesin; çünkü siz en iyisine layıksınız!”
Bu dünyada en iyisine layık olan kaç insan vardı sahiden? Üzüldüklerini hafızandan sildirince en iyisine mi layık oluyordun? Üstelik bu hatıra hem senin hem de onlarca kişinin hayatına mal olan bir kötülükse unutunca yaşanmamış mı sayılıyordu?
Broşürü yırttı. Yapamazdı. Önce kendine sonra babasına lanet hatta lanetler savurdu. Ona doğru olmayı, doğru bildiğinden şaşmamayı öğreten babasının ilk defa ölmesini istedi. Yatalak olduğundan beri bir tek kendisi onun yaşaması gerektiğini düşünüyordu. Ama şimdi Birce de vazgeçmişti. Hem kocasına ne diyecekti? Nasıl bir açıklama yapacaktı? O videoda gördüklerini kelimelerle anlatmak mümkün müydü? Yıllarını katilleri yakalamaya adayan bir babanın hepsinden daha cani olduğunu nasıl söyleyebilirdi? Kim inanırdı ki? Şimdilik kimsenin bir şey bilmesine gerek yoktu. Önce kendi emin olmalıydı. Kararını verdi: kimseden yardım istemeden tek başına araştıracaktı. Canı pahasına da olsa, tüm dünyası başına da yıkılsa gerçekleri öğrenecekti. Belki ondan sonra hafızasını sildirmeyi düşünebilirdi.
Babasına “hoşça kal” bile demeden annesini öptü, videonun olduğu hafıza kartını çantasına attı ve evden çıktı. Nereye gideceğini bilmiyordu, nereden başlayacağını bilmiyordu. O kesik başın kime ait olduğunu, nasıl oluyor da gözlerini kırpabildiğini bilmiyordu. Sabırsızlığına yenilip videoyu ortadan açmış, yalnızca kadının gözleriyle karşılaşacak kadar ekrana bakabilmişti. Babasının gülme sesini ve vücudu olmayan kafayı görünce de kısa süre içinde kendinden geçmişti. Yürürken çantasına iyice sarıldı. Görende bankadan tüm parasını çektiğini sanırdı. Oysa tüm çabası milyon dolar teklif etseler vermeyeceği bir hafıza kartı içindi. Herkesin bir fiyatı vardı değil mi? Peki bu videonun fiyatı neydi? Cevap veremedi. Tüm hayatının bir yalandan ibaret olabileceği gerçeğini kaç para değiştirebilirdi ki?
Şu an Birce için gerçekleri öğrenmenin dışında hiçbir şeyin değeri yoktu. Para mutluluk vadetmediği sürece gerçekten değersizdi. Yine aklına Yeni Dünya broşürü geldi. Hafızadan istenmeyen anıları silmeyi başarabilmişlerdi de geçmişe gidip olanları değiştirmeyi bir türlü becerememişlerdi. Zamanda yolculuk anca filmlerde olurdu. Zaten geçmişe gidip değiştirme şansı olsa yapar mıydı? Babasının katil olduğunu öğrense bir cinayeti işlemesine engel olur muydu? Ya da diyelim ki engel oldu, babasının nasıl biri olduğuyla yüzleşmek yeterince acı değil miydi? Geçmişi değiştirip birinin ölümünü engellese de babası gözünde yine katil olarak kalmayacak mıydı?
Düşünmemeliydi. Henüz emin olmadan yargılamamalıydı. Daha hiçbir şey bilmiyordu. Videoda yalnızca babasının sesine benzer bir ses duydu diye tüm dünyayı kendi başına yıkmıştı. Önce cesaretini toplayıp tüm videoyu izlemeliydi. Belki hepsi yalnızca bir şakadan ibaretti. Ya da babasının çözmeye çalıştığı bir cinayet dosyasıydı ve mekanlar birbirine benzeyebilirdi. Kahretsin ki videodaki o mekan mutlu hayatını geçirdiği baba evinin bodrum katıydı. Oraya inmek asla yasak değildi. Ama Birce karanlıktan korktuğu için oradan nefret ederdi ve evin bodrum katına tüm hayatı boyunca belki iki kere inmişti.
İnsan işte tam da böyle zamanlarda delirmek istiyordu. Anılarını sildirince içinde oluşacak boşlukla yaşamak yerine toptan kafayı yemek, ota boka kahkahalarla gülmek istiyordu. Yolda önüne çıkan ilk kafeye oturdu, bir çay söyledi. Ellerinin titremesini ve akciğerlerindeki tüm nefes boşalana dek çığlık atma isteğini, beyninden geçen tüm düşünceleri bastırabilmek için kalabalığa karışmalı, sanki hiçbir şey olmamış gibi çayını yudumlamalıydı. Başaramadı. Ağzı yana yana çayını içtiği gibi oradan kalktı ve amaçsızca yürümeye devam etti.
Yine aklına babası geldi. “Kafan çok bozulduğunda çık yürüyüş yap, yol sana yolunu gösterecektir,” derdi. Tüm doğruları öğreten babası koca bir yalan çıkarsa hafızasını sildirmekten de vazgeçti. Önce onu, sonra kendisini öldürecekti. Çünkü dünya, körü körüne inandığın birinin yalan olduğunu kabul ederek yaşayabileceği bir yer değildi. Yol onu bir otelin önüne getirdi. Hiç düşünmeden içeri girdi ve bir oda istedi. Bu gece yalnız kalmalı, o videoyu izlemeliydi. Kocasını aradı. Neyse ki bir cinayet davası için Tekin’in de büroda sabahlaması gerekiyordu. O yüzden o dönene kadar bu otel odasında işini halledip kocasından önce evde olabilirdi. Nedense bu videoyu evde izlemek istememişti. Böyle bir rezaleti aşkla, mutlulukla kurduğu dört duvarın arasına sokarak yuvasını kirleteceğini düşünmüştü.
Yatağa uzandı, derin bir nefes aldı. Olacaklara kendini hazırlamaya çalıştı. O videoda ne görürse görsün, sonuna kadar izleyecek, gözlerini kırpabilen kesik kafanın orada ne aradığını çözecekti. Bunu yapabilirdi. Hem babası hem de kocası polisti. Çocukluğundan beri cinayet davalarının içinde büyümüş, sırf bu yüzden ağır ceza avukatı olmayı seçmişti. Hafıza kartını elinde iyice sıktı. Bir yandan suyunu çıkarıp usulca elinden aktığını hayal ediyor, bir yandan da artık izlemesi gerektiğini biliyordu. Yatakta doğruldu ve bilgisayarını açtı. Önce Youtube’da birkaç tane kedili video izledi. Hayvanlar oldum olası en iyi terapisiydi. Sonra elinden hiç bırakmadığı hafıza kartını taktı ve gözlerini kapadı. Ses gelene kadar ekrana bakmayacaktı. Diğer tüm duyularını devreden çıkaracak böylece kulaklarının duyduğu sesin kime ait olduğuna emin olacaktı.
Yine saymaya başladı. Ama bu sefer yirmiye gelmiş, bilgisayardan hiç ses çıkmamıştı. Gözlerini açtı. Video karşısındaydı, başa almadan önce bilgisayarın sesini kontrol etti. Sonuna kadar açıktı. Ne duyduğu gülme sesleri ne de konuşma yoktu. Emin olmak için aynı videoyu e-posta ile telefonuna gönderdi, yine ses çıkmadı. İçinde bir umut belirdi. Hem de öyle bir umut ki, dünya bir şeylere körü körüne inanmak için doğru bir yer olabilirdi. Buna ihtiyacı vardı. Tekrar bilgisayara döndü. Olabildiğince büyük ekranda izlemeli, her detayı incelemeliydi. Klasörün adı ilk defa dikkatini çekmişti. Dosya adında “kesik_baş_deneyi” yazıyordu. Bir cinayet değil, bir deney olduğu iddia edilen dosyaya çift tıkladı.
Çekim bir telefonla amatörce yapılmıştı. Kamerayı tutan el önce bodrum kapısından içeri girdi ve masaya doğru yaklaştı. Masada sarışın, abartılı makyaj yapmış bir kadın kafası vardı. Sanki büyük bir oyuncak bebeğin koparılmış kafasına benziyordu. Ama kamerayı tutan adam diğer eliyle masaya vurunca kadının gözleri açıldı. Sabah izlerken oyuncak olup olmadığını anlamak için ekrana daha da yakınlaşmıştı. Şimdi ise olacakları bildiğinden uzaklaşmayı tercih etti.
Gözlerini kırpmaya bile korkuyordu, hiçbir detayı kaçırmamalıydı. Telefon bu sefer kadının boynunun içinden uzanan kabloları çekiyordu. Bu kablolar birkaç çengelle tutturulmuştu. Dikkatle bakınca bunların kablo olmadığını ve içinden kırmızı bir sıvı aktığını fark etti. Yapay bir kalp ve akciğere bağlı bu borular kan devridaimini sağlıyordu. İşte tam buralarda bayılmış olmalıydı. Çünkü videonun devamını hatırlamıyordu. Yine midesi bulandı, öyle çok bulandı ki bunca zamandır şahit olduğu cinayet fotoğraflarının hepsini unuttu. Hiçbiri şu an gördüğü vahşetin yanına bile yaklaşamazdı. Birçok ölüme ve acıya şahit olmuştu. Tüm organları parçalanmış insanlar, tecavüze uğramış kadınlar, hatta acımasızca katledilip valize tıkılmış çocuklar bile görmüştü. Ama hepsi bir şekilde ölmüştü. Acıları son bulmuştu. Hiçbirinin çektiği acılara, yaşadıklarına bu denli yakından şahit olmamıştı. Hepsiyle acıları dindikten sonra karşılaşmıştı. Oysa bu kadın aslında ölüydü ve hala acı çekiyordu. Kendine ait tek organı beyniydi ve yapay organlarla yaşatılıyordu.
Elleri titremeye başladı. Gözünden akan yaşlara engel olamadığı için her seferinde başa sarmak, aynı görüntüleri tekrar tekrar izlemek zorunda kalıyordu. Kadına bağlı kalp ve akciğer görüntülerinden sonra telefon yüze odaklandı ve yakınlaştı. Bir el sarı saçlarını okşadı, yüzüne dokundu. Kadın tepki vermeyince başka bir el gözünü açarak içine ışık tuttu. Gözbebeği küçülmüştü. Kadının yüzündeki ifadeden her acıyı yaşadığına, her anın farkında olduğuna yemin edebilirdi. Birce videoyu biraz geriye sararak kadının gözünü açan ele bakmak için durdurdu. Yüzle oranına bakılırsa küçük bir ele benziyordu. Ancak tırnaklar dibinden kesildiği için erkek mi yoksa kadın mı tam olarak ayırt etmek mümkün değildi. Aynı el kadının ağzına su dökmeye başladı. Boğazda yutkunma hareketi oldukça kadının yüzü acıyla daha fazla buruşuyor; sular yerlere akıyordu. Tam o sırada telefonu tutan adamın boştaki eli kadına çok sert bir tokat attı. Kadının gözleri iyice açıldı ve sonrasında tamamen kapandı. Birce derin bir nefes alıp ekrana yaklaştı. Kadının ölmüş olması için dualar ediyordu. Ama anlamak mümkün değildi. Yanındakilerin bir hareket daha yapmasını bekledi. Ama sanki telefonu yere düşürdüler ve ekran karardı. Birkaç saniyelik siyah ekrandan sonra video bitti.
Birce saatlerce bıkmadan videoyu tekrar tekrar başa sararak izledi. Artık ağlamıyordu. Gördüklerine alışmaya bile başlamıştı. Alışmak… İnsana bahşedilen bir armağan mı yoksa cehennemin anahtarı mıydı? Tüm vicdansızlıklarımızın sebebiydi belki de alışmak! “Şu korku filmlerini birkaç defa izlesen alışırsın. Ondan sonra da eskisi kadar korkmazsın!” derdi kocası. Haklıydı. Kadının acısını artık damarlarında hissetmiyordu, bu şekilde vahşice katledilişine eskisi kadar üzülmüyordu. Ona bu acımasızlığı yapanlara küfretmiyor, elleri titremiyordu. Artık amacına odaklanabilmiş, tüm detayları tek tek incelemişti. Gördüklerine alışmıştı ama sonuç koca bir sıfırdı. Yarın eve geri dönüp o bodruma girmeliydi. Bu olayı çözmek için karanlığa bile alışabilirdi.
Eşyalarını toparladı ve eve gitmek üzere yola çıktı. Arabası olmadığı için bir taksi çevirdi, yolu tarif ettikten sonra çantasına sarılarak camdan dışarıyı izler gibi yaptı. Ama aslında gözü koltuğa gömülü duran ekrandaydı. “Hayat sizi üzmesin; çünkü siz en iyisine layıksınız.” Kendini tutamayıp kahkaha atınca taksi şoförüyle göz göze geldi. “Pardon reklama güldüm. Hani şu hafıza sildirme reklamı var ya…” Şoför dedikleriyle ilgilenmediğini belli edercesine kafa salladı.
Evin önüne geldiğinde yanan ışıkları gördü. Tekin’in evde olduğunu bilmek Birce’ye kendini biraz daha rahatlamış hissettirdi. Belki de boşuna savaş veriyordu. Belki de bu düğümü tek başına çözmek zorunda değildi. Hem evlenirken ne demişlerdi? İyi günde ve kötü gündeydi değil mi? Tam anahtarı kilide sokacakken kapı açıldı. Kocası da onun kadar yorgun ve mutsuz görünüyordu. Peki hangisi kendi acısını ve mutsuzluğunu eşi için bir kenara atacaktı? Birce bu gece yapamazdı. Tüm dünyasını altüst edebilecek bir sır kocasının yaşadığı tüm acılardan daha önemli olmalıydı. Bu gece Birce anlatacak, Tekin dinleyici olacaktı. Kocasının yardımına ihtiyacı vardı. Tekin ona bir kadeh şarap hazırladı ve salonda karşılıklı oturdular. Birce söze nasıl başlayacağını bir türlü bulamadı. Telefonundan videoyu açmaya karar verdi. Koltuğa oturup izlerken Tekin ekrana, Birce kocasına odaklanmıştı. Beklediği tepkileri yüzünde yakalayamayınca şaşırmış, neredeyse her gün vahşice katledilenlere şahit olmanın alışkanlığı diye düşünmüştü. Ama bu sefer katil ailedendi. Tekin belki de karısının üzülmesini engellemek için soğukkanlı davranmaya çalışıyordu. Video bittiğinde Birce kafasını arkaya yaslayıp gözlerini kapadı. Tekin konuşana kadar susacaktı. Ama sessizlik öyle çok uzadı ki Birce artık dayanamadı.
“Bu işi çözmeme yardım edecek misin?” diye sordu. Tekin sessizliğini korudu. Bazen kelimeler yerine vücut dili çok daha anlamlı olurdu. Birce’nin elini tutup sıktı. Tek bir dokunuşla biraz daha rahatladığını hissetti.
“Sen doğruyu bulana kadar bu acıyla yaşayamam anlıyor musun? Bugünü unutmak istiyorum. Ama bana bir söz vermelisin. Katili, o kadına bu acıları çektirenleri bulduğunda bana videoyu tekrar izlettireceksin. Bana her şeyi hatırlatacak gerçeklerle yüzleşmeme izin vereceksin. Sana güveniyorum Tekin ve gerçekleri senden duymak istiyorum. Bana söz ver,” dedi ve kocasına sarılıp hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Söz!” dedi Tekin, sesi boğuk çıkmıştı.
Birce, Tekin’le evli olduğu için bir kez daha şükretti. Kocasının bu işin peşini bırakmayacağına ve karısının yanında olacağına emindi. İyi günde ve kötü günde başka kimseye ihtiyacı yoktu. İşte tam da burada yanılmıştı. Tekin’i bu kadar sevmeseydi, ona bu kadar güvenmeseydi, dünyanın bazı şeylere körü körüne inanmak için doğru bir yer olmadığını görebilseydi bu kısır döngüden de kurtulabilir, gerçeklerle yüzleşebilirdi. Ama Birce sevdiklerine ve inandıklarına körü körüne bağlanmak için yaratılmıştı.
“O güne kadar her şeyi unutmalıyım. Yarın arayıp randevu alacağım. Ben de Yeni Dünya’lı olacağım” derken ilk defa gülümsedi. Doğru bir karar vermişti. Gece uyuyabilmek için ilaç alarak yattı. Yarın yepyeni bir gün olacaktı.
Tekin karısının sızdığına emin olunca salona geçti ve hafıza kartını şömineye atarak yaktı. Bu şekilde kurtulamayacağını bilse de eriyişini izlemek hoşuna gidiyordu. Bu kaçıncı hafıza kartıydı ya da kaç defa daha tekrarlanacaktı bilmiyordu. Uzun zaman sonra ilk defa dayanamayıp kayınpederini aradı. Telefon ilk çalışta açıldı.
“Bundan zevk mi alıyorsun?” diye sordu. Karşıdan hiç ses gelmedi. “Kızın acı çekiyor pislik herif!” diye bağırdı. Kayınpederi çok sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Umurunda mı?”
Umurunda değildi. Birce’nin hissettikleriyle zerre ilgilenmiyordu. Hatta bazen bu saçmalıktan kurtulmak için teslim olmayı bile düşünüyordu. O doktora nasıl güvenmişti de kayınpederinin bodrum katında yakalanmayacaklarına inanmıştı! Tam bir geri zekalıydı. Karşıdaki ses konuşmaya devam etti.
“Kızıma değil sana yapıyorum. Ne yaparsam sana yapıyorum. Birce cesaretini toplayıp benimle yüzleşene kadar da yapacağım. Çok kurtulmak istiyorsan gider teslim olursun, bu oyun sona erer. Ama sende o göt yoktu değil mi? Hem sen haysiyetin ve şerefin için yaşıyordun. En son televizyonda öyle bir açıklamana denk gelip çok gülmüştüm de bak aklıma geldi şimdi. Ruh hastası bir doktorun verdiği para karşılığı sattığın haysiyetin ve ölümüne göz göre göre izin verdiğin bir hayat kadınından daha fazla olan şerefin mi? Sahi ne yaptın paraları? Hala o kadının ailesine yardım edip kahramanlık peşinde koşuyor musun?” Sessizlik oldu. Söylenecek tek bir kelime, verecek tek bir cevap yoktu.
Bir hata yapmıştı. Herkesin bir fiyatı vardı. Üstelik dünyadan bir orospu eksilse ne olacaktı? Hem nereden bilebilirdi o kadının bu işi çocuğu için yaptığını? Doktor tek başına bir kadın olduğuna yeminler etmiş, o da hiç araştırmamıştı. O kadın sayesinde insanlık kurtulacaktı. Yapay organların insan bedenine uyumu sağlanacak, tıpta çığır açılacaktı. Üstelik kadının rızası vardı. Bedenini bağışlamak üzere sözleşme imzalamıştı da öldürüleceğini hesaba katmamıştı. Tekin de doktorun bu kadar ileri gidebileceğini bilemezdi ki. İlgi çekmemek için kayınpederinden doktora kiralanmak üzere bodrum katını istemek en büyük aptallıktı. Bazen insanın basireti bağlanıyordu işte. Göz önünde olarak daha iyi saklanıldığı tam bir yalandı. Gerçi yakalanmalarına sebep olan şey kayınpederi değildi. O kimsenin işine karışmazdı. Zaten yatalak bir adam aşağıya nasıl inecekti. Tüm suç tamamen kendisine aitti. İlerde parası biterse şantaj yapmak üzere videonun kopyasını almak ve onu bodrum katında düşürmek bu dünyada yaptığı en büyük ahmaklıktı. Kayınpederi tekrar konuşmaya başlayınca onu aramakla hata yaptığını anladı. Herif bu işkenceye kızı yeniden ona inanana kadar son vermeyecekti. Hayatını tek bir soruya bağlamıştı. Kızı “Baba sen mi yaptın?” diye sormalıydı. Bunu duymaya ihtiyacı vardı. Çünkü o zaman kızının Tekin’e değil de ona güvendiğini anlayacaktı.
“Sen bugünü Birce’nin hafızasından sildirerek biraz daha süre kazanacaksın. Ben aynı videoyu tekrar tekrar bulmasını sağlayarak o kısır döngüyü bozana kadar çabalayacağım. Benim evimde, benim bodrumumda ortağınla birlikte yaptığın sapıklıkların hepsini ya dayanamayıp kendin itiraf edeceksin ya da karının her seferinde sana işlediğin cinayeti anlatmasını dinleyeceksin. Nasıl hayat lan bu?” dedi kahkaha atarak. Tekin telefonu kayınpederinin yüzüne kapattı. Ama alışmıştı. İlk üç beş seferde onu delirten bu kısır döngüyü şimdilerde özgürlüğüne eklenmiş zaman olarak görüyordu.
Sabah karısı uyandı. Tekin’i öperek hazırlanmaya başladı. Bir an önce Yeni Dünya’ya gidip yaşananları unutmalı, gerisini kocasına bırakmalıydı. Yolda okumak üzere yanına yeni bir kitap aldı. Hazırdı.
Birkaç gün sonra, klinikten çıktığında hiçbir şey hatırlamıyordu. Aklında yaşadıklarından hiçbir iz kalmamıştı. Hayat eski bildiği, tanıdığı ve sevdiği hayattı. Hazırlanıp ailesini görmek üzere evden çıkana kadar da öyle kalacaktı.
“Bir insanı gerçekten tanımak mümkün müdür?” diye soruyordu okuduğu kitap. Eğer bu sabah olanlar tüm hayatını alt üst etmeseydi herkesi tanıdığını iddia edebilirdi. Oysa yalnızca sekiz saniye bir insan hakkındaki tüm fikirlerinizi değiştirmeye yeterdi. Yanıldığınızı gözler önüne seren kısacık zaman tüm hayatınızı alt üst edebilirdi.
*Bu hikaye Dedektif Dergi'nin 22. sayısı için yazılmıştır.
Σχόλια